evrak: Yazılmış kâğıtlar, mektuplar, kitaplar vs.
-F-
fadıla: Erdem sahibi, üstün.
fantezisi: (Metinde) Süslü ve hayalci. Ortamın gerçekliğine uymayan.
faraza: Sözgelişi.
fasıla: Ara.
felekiyat: (Felekiyyat) Astronomi.
fen: Fizik, kimya, matematik ve biyolojiye verilen ad.
fenlenmek: Yaşına göre bilmemesi gereken şeyleri öğrenmiş olmak.
ferace: Kadınların sokakta giydikleri, mantoya benzer, arkası bol, yakasız, çoğu kez eteklere kadar uzayan üst giysisi.
feragat: Vazgeçme.
ferah: Gönül şenlendiren, iç rahatlığı veren.
ferahfaza: Ferah artırıcı.
ferda: Gelecek zaman, yarın.
fevkalâdelik: Olağanüstülük.
fitnelik: Karıştırma, ara bozma.
fıtri: Yaradılıştan olan.
flört: Kadınla erkek arasındaki yakın ilişki.
fondan: İçinde likör, tatlı veya hoş kokulu maddeler bulunan, ağızda kolayca eriyen bir tür şekerleme.
fütursuzca: Önemsemeyerek, aldırmayarak.
-G-
gaflet: Dalgınlık, dikkatsizlik, aymazlık.
gaile: Sıkıntı, dert. gam: Tasa, kaygı, üzüntü. ganaim: Ganimetler, düşmandan alınan şeyler. garez: Kin, düşmanlık. garp: Batı.
gayrı: Artık, bundan böyle. gayri ihtiyari: irade dışı. grandiose: (Fr.) Ulu, yüce. güzide: Seçkin.
-H-
hacer-i esved: (Kara taş) Kabe kapısı yanında bulunan ve hacıların öpmeleri hac şartlarından olan taş.
hacet kalmamak: Gereği olmamak.
had: Sınır, derece.
haiz: Elinde bulunduran, taşıyan.
hakeza: Böyle, yine.
halayık: Kadın köle, cariye, hizmetçi.
hâlim: Huyu yumuşak.
halis: Saf, katışıksız.
halketmek: Yaratmak.
halûk: iyi huylu.
hami: Gözeten, koruyan.
harcırah: Yolluk.
hâre: Dalgalı ya da dalgalanır gibi görünen parlak çizgiler.
harîm: Herkesin giremeyeceği yer.
haset etmek: Kıskanmak, çe-kememek.
hasılı: Kısacası, sözün kısası.
hassaten: Özellikle.
hasut: Çok haset eden, kıskanç.
haşan: Çok yaramaz, ele avu-ca sığmayan çocuk.
haşiye: Not.
hatip: Konuşmacı.
hattat: Güzel yazı yazan.
hatun: Kadın.
hava tebdili: Hava değişimi.
haysiyet: Onur, özsaygı.
hazain: Hazineler.
hazan: Sonbahar.
hazin: Dokunaklı, hüzün veren.
helâllik dilemek: Ayrılma sırasında hakkını birbirine bağışlamak.
hengâme: Patırtı.
herze: Saçma, saçma söz, zevzeklik.
hicran: Bir yerden veya bir kimseden ayrılma, ayrılık acısı.
hiddet: Öfke, kızgınlık.
hikmet: (Metinde) Sebep, gizli sebep.
hilaf: Aykırı, karşıt, ters.
himaye: Koruma.
himmet: Yardım, kayırma.
hizmet-i vataniye: Vatan hizmeti.
hodkâm: Bencil, egoist.
hoyrat: Kaba, kırıcı ve hırpa-layıcı.
hulâsa: Kısacası.
hususiyet: Özellik.
hülasa: Özetle.
hüzün: Gönül üzüntüsü.
-I/İ-
ıtlak =etmek: Bir kocanın karısını boşaması.
iblağ etmek: Vardırma, eriştirme, ulaştırma.
ibni (ttm): Oğul.
idadi: Lise.
idare-i maslahat: tşi şöyle böyle bugünlük görme.
idrak: Anlama yeteneği, anla-
yş-
ifa etmek: Yapmak.
iffet: Namus.
iğfal etmek: Bir kadını aldatmak, baştan çıkarmak.
ihsan etmek: Bağışlamak.
ihtimam: Özen, dikkatli davranma.
ihtiyar: (Metinde) Seçme.
ihtiyat: Sakınma, ölçülü davranma.
ihtiyatsız: Tedbirsiz.
ihtizaz: Titreşme, titreşim.
ikâmet: Oturma.
ikmal-i nevakıs: Eksikleri tamamlama.
iktidar: Bir işi yapabilme gücü.
iktifa etmek: Yetinmek.
ilanihaye: Sonsuza kadar.
ille velâkin: Gelgelelim, bununla birlikte.
ilm: Bilim.
ilmihal: Din kurallarını öğretmek için yazılmış kitap.
iltizam: Kayırma, bir tarafı tutma.
imdi: Şimdi, artık.
imtizaç etmek: Uyum sağlamak.
inha: Resmî bir göreve atama veya bir üst aşama için yazılan yazı.
inhimak: Çok düşkünlük, bir şeye fazla düşme.
inkişaf: Meydana çıkma, gelişme.
insaniyetli: İnsanlığı olan.
iptida: Başlangıç, bir işe başlama.
iptila: Düşkünlük, tiryakilik.
irab: Düzgün konuşma ve gerçeği belirtme.
irade: (Metinde) Emir.
irfan: Kültür, bilme, anlama.
ismet: Namus.
istida: Dilekçe.
istidad: Yetenek.
istif af: Günahtan, kötülükten çekinme.
istihare: Bir inanışa göre, girişilecek işin hayırlı olup olmadığını rüyadan anlamak için aptes alıp dua okuyarak uyuma.
istihkâm: Düşmana karşı savunma yapmak amacıyla düzenlenmiş askeri yer, güçlü siperler.
istikran Kararlılık.
istintak etmek: Sorguya çekmek.
ıstırap: Sıkıntı, büyük üzüntü.
istiskal: Soğuk davranışlarla hoşlanmadığını belli etme.
istismar. Birinin iyi niyetini kötüye kullanma, sömürme.
istizah: Bir işin açık söylenmesini isteme, açıklama isteme.
işret: içki.
iştirak etmek: Katılmak.
itibar: Saygınlık, güvenilirlik.
izbe: Basık, loş, nemli, kuytu yer.
izdivaç: Evlenme.
izzetinefis: Onur, özsaygı.
-K-
kabil: Mümkün, olabilir.
kadr (kadir): Değer, kıymet.
kâinat: Evren, dünya.
kalem odası: Resmî kuruluşlarda yazı işlerinin görüldüğü oda.
kalfa: Saraylarda ve büyük konaklarda halayıkların başında bulunan kadın, ilkokullarda hoca yardımcısı.
kamarot: Gemilerde yolcuların işlerine bakan görevli.
kameti artırmak: Bağırarak konuşmak.
kâmil: Olgun.
kanaat getirmek: inanmak, aklı yatmak.
kasavet: Üzüntü, sıkıntı.
kati: Kesin.
kâtip: Sekreter, yazıcı.
kavil: Söz, sözleşme, anlaşma.
kelime-i teyyibe: (Kelime-i tayyibe) Yatıştırıcı hoş söz.
kepazelik: Rezalet.
kerliferli (kelli fellf): Kılığı kıyafeti düzgün, olgun ve gösterişli.
kesb-i şeref etmek: Şeref duymak.
kibir: Büyüklük, kendini büyük görme.
koket: (Fr. Coquette) Güzel görünmeye özen gösteren. Zarif görünmeye, süslenmeye düşkün.
kolcubaşı: Bir şeyi korumak için bekleyen görevlilerin başı.
komfinyon: (Fr. Communion) iman birliği.
kötek: Dayak.
krep: Çok bükümlü iplikle dokunmuş bir çeşit ince kumaş.
kurum satmak: Böbürlenmek.
(tm)" •-* """
laden: Çamdan çıkarılan zift gibi siyah ve kokulu zamk.
lâhza: Zamanın bölünmeyecek kadar kısa parçası, an.
lakayt: ilgisiz.
lâkin: Ama, fakat.
lândo: Dört tekerlekli, karşılıklı iki oturma sırası bulunan, atlı binek arabası.
lata: Osmanlılar'da ilmiyenin giydiği bir tür üstlük.
levazım: Gerekli olan şeyler, gereçler.
levha: Bir yere asılmak için yazılmış yazı.
leziz: Lezzetli.
lisan-ı Fransevi: Fransızca.
-M-
maahaza: Bununla birlikte.
Maarif Nezareti: Millî Eğitim Bakanlığı.
maarif: Millî Eğitim.
maateessüf: Ne yazık ki, üzülerek söylüyorum ki.
mabeyinci: Osmanlı Devle-ti'nde padişahların dışarıyla olan ilişkilerine bakan, buyruklarını ilgililere bildiren, bazı kişilerin dileklerini kendisine ileten görevli.
mağmum: Tasalı, üzgün.
mahcup: Utangaç, sıkılgan.
mahdum: Erkek evlât, oğul.
mahdut: Az, sınırlı, sayısı belli olan.
mahfe: Deve, fil gibi hayvanların sırtına konan, üzerinde oturmaya yarayan sepet, bir çeşit eyer.
mahlûk: Yaratık.
mahmurluk: Uykudan sonra duyulan ağırlık ve sersemlik.
mahsub: Hesap edilmiş, hesaba geçirilmiş.
mahsus: (Metinde) Bilerek.
mahut: Bilinen, adı geçen.
mahzun: Üzgün, üzüntülü.
maişet: Geçim, geçinme.
makale: Bilim, fen konularıyla
siyasi, ekonomik ve toplumsal konuları açıklayıcı veya yorumlayıcı niteliği olan gazete veya dergi yazısı.
makam-nezaret: Bakanlık nezareti.
' makbul: Beğenilen, hoş karşılanan.
makbule geçmek: Çok beğenilmek, hoşa gitmek.
mâlik olmak: Sahip olmak.
malûm: Bilinen.
malûmatlı: Bilgili.
manastır: Kesin kuralları olan, rahip veya rahibele-
• rin dünya ile ilgilerini keserek yaşadıkları yapı, keşişhane.
manevi: Görülmeyen, duyularla sezilen.
maren: (F. Marin) Denizci.
marifetli: Ustalıklı, hünerli.
mazari: Dilbilgisinde geniş zaman.
mazbata: Tutanak.
mazi: Geçmiş.
mazlum: Sessiz, uysal ve boynu bükük.
mecburiyet: Zorunlu olma durumu.
mecidiye: Eskiden kullanılan ve o zamanın 20 kuruşu değerinde olan gümüş sikke
melal: Bıkma, usanma.
melun: Kötü, lanetli.
memalik: Ülke.
menazın Manzara.
menazır-ı tabiiye: Tabiat manzarası.
mendebur: Sümsük, sünepe, pis, iğrenç.
menetmek: Yasaklamak.
meret: inatçı, kaba.
meşakkat: Güçlü sıkıntı, zorluk.
meşk: Alışmak ve öğrenmek için yapılan çalışma.
meşru: Yasal. Yasanın, dinin ve kamu vicdanının doğru bulduğu.
meşum: Uğursuz, kötü.
metanet: Metin olma, dayanıklılık.
methetmek: Övmek.
metruk: Terk edilmiş.
meyil: Eğilim. Sevme, gönül verme.
meyus: Ümitsiz, üzgün.
meziyet: Yetenek.
meziyetli: Yetenekli.
mihmandar: Resmî konukları ağırlamak ve onlara kılavuzluk etmekle görevlendirilen kimse.
"ÇALIKUŞU" отзывы
Отзывы читателей о книге "ÇALIKUŞU". Читайте комментарии и мнения людей о произведении.
Понравилась книга? Поделитесь впечатлениями - оставьте Ваш отзыв и расскажите о книге "ÇALIKUŞU" друзьям в соцсетях.