mihnet: Sıkıntı, zahmet, eziyet.


mihr: Sevgi.

miralay: Albay.

miskin: Çok uyuşuk, zavallı.

mizaç: Huy, yaradılış.

mizer: (Fr. Misere) Zavallılık, yoksulluk.

muahadderat: Örtülü kadınlar, islâm kadınları.

muallim: Öğretmen.

muallime: Bayan öğretmen.

muamelat: Dairelerde evrak üzerinde yapılan işlemler.

muamele: Davranış.

muamma: Anlaşılmayan, bilinmeyen şey.

muavenet: Yardım.

muavin: Yardımcı, yardım eden.

muayyen: Belli, kesin olarak belirlenmiş.

mugayir. Uymaz, aykırı.

muhabbet: Sevgi.

muhacir. Göçmen.

muharebe: Savaşma, iki ordu arasındaki savaş.

muharrir: Yazar.

muhasara: Kuşatma, sarma, çevirme.

muin: Yardım eden, yardımcı.

mukabele: Karşılık verme, karşılık.

mukabil: Karşılık, bir şeye karşılık olarak yapılan.

mukadder: Yazgıda var olan, kaçınılmaz.

mukaddes: Kutsal.

mukaşser: Metinde, bir kadın, içi, yüzü, gözü açılmış anlamında kullanılmış.

mukavele: Sözleşme.

muktedir: Bir şeyi yapmaya, başarmaya gücü yeten.

munîs: Cana yakın, sevimli.

musaddak: Geçerli olduğu resmî yazı ile bildirilmiş.

mutaassıp: Bağnaz, tutucu.

mutasarrıf: Tanzimattan sonra idare bölümlerinde vilayetle kaza arasındaki bölümün idare amiri.

mutat: Alışılan, alışılmış şey.

muteber Saygın, inanılır.

muvaffak olmak: Başarmak.

muvaffakiyet: Başarı.

muvafık: Uygun.

muvakkat: Geçici.

muvazene: Denge.

muvazzah: Bir görev ve hizmetle yükümlü olan kimse.

mücedded: Yeni, yenilenmiş.

müceddet: Yeni, yenilenmiş.

nıüdde i umumî: Savcı.

müdür-i umumi: Genel müdür.

müebbeden: Ömür boyu.

mükedder: Üzgün, kederli.


mülazım: Teğmen.

münasebet almak: Uygun düşmek.

münasebetsizlik: Uygun olmayan, yakışıksız davranışlarda bulunma, saygısızlık yapma.

münasip: Uygun, yerinde.

münhal vukuunda: (Metinde) Boş kadro olduğunda.

münhal: Boş olan, açık bulunan.

münhasıran: Yalnız, özellikle.

münkir: inkâr eden, kabul etmeyen.

müptedi: Bir şeyi öğrenmeye yeni başlayan.

mürdumgiriz: Çürümüş. Metinde içi geçmiş anlamında kullanılmış.

mürebbiye: Kendisine bir çocuğun eğitimi ve bakımı verilmiş kadın.

mürüvetsiz: insanlığı olmayan.

müsamaha: Hoşgörü.

müstacel: Çabuk yapılması gereken.

müstahak: Bir kimsenin layık olduğu ödül veya ceza.

müstakim: Temiz, doğru, namuslu.

müstebit Zorba, despot.

müsterih olmak: tçi rahat etmek.

müsvedde: Yazı taslağı, karalama.

müşkül mevki: Zor durum.

müşkül: Zor.

mütalaa: Okuma, ders çalışma, etüt.

mütalaahane: Okuma odası.

müteessir: Üzüntülü.

müteferrika senetleri: Çeşitli küçük harcamaların para senetleri.

mütehayyir: Şaşkın, şaşırmış olan.

mütekaid: Emekli.

mütemadiyen: Ara vermeden, sürekli olarak.

müyesser: Kolaylıkla ortaya çıkan, kolaylıkla elde edilen.

müzahrafat: (Müzahrefat) Parlak boyalar ve süsler.

müzakere etmek: (Metinde) Öğrencilerin ders hazırlamaları için çalışmaları.

müzakere etmek: Öğrencilerin ders hazırlamaları için çalışmaları.

müzakkere: (Müzekkere) Bir iş hakkında üst makama sunulan yazı.

müzmin: Uzun süreli.


-N-

nadide: Az görülür, değerli.

nadir: Seyrek, az.

nafîa: Bayındırlık.

nafile: Yararsız, boşa giden.

nalça: 1) Ayakkabılar çabuk eskimesin diye altına çakılan demir. 2) Katır, eşek, sığır gibi hayvanların tırnakları altına çakılan demir parçası.

namünasip: Uygun olmayan.

nan: Ekmek.

nasihat: Öğüt.

nazın Bakan.

nedamet: Pişmanlık.

nefer: Asker.

nekahat: Hastalık sonrası sağlıklı duruma geçme dönemi.

nekin Bilmezlik.

neşretmek: Yaymak.

netice itibarıyla: Sonuç olarak.

netice: Sonuç.

nev'i: (Nevi) Çeşit, cins, tür.

nihayetinde: Sonunda.

nimet: Yiyecek içecek, özellikle ekmek.

nimetşinas: İyilik bilir.

nispet: (Metinde) Kıyaslama.

nispet: (Metinde) Oran, kıyaslama.

nizam: Düzen. numune: Örnek.

- P - parloir: (Fr.) Dışarıdan gelen-

lerle konuşma odası. payzen: Ayağına pranga vu-

rulmuş.

pederane: Baba gibi. peyda olmak: Ortaya çıkmak. podösü et: Yumuşak, prezante etmek: Tanıtmak. pusetmek: Öpmek. puşide: Örtü.

rastık: Kadınların kaşlarını veya saçlannı boyamak için sürdükleri siyah bya.

raşe: Titreyiş.

rehavet: Vücutta görülen gevşeklik, ağırlık, tembellik.

rezzak-ı âlem: Bütün yaratıkların rızkını veren.

riayet etmek: Uymak.

rikkat: İncelik, yufkalık.

riyaset âlisi: Yüksek başkanlı-

ğı- • riyaset: Başkanlık.

riyaziyat: (Riyazziyat) Mate-matik. nzk: Yiyecek, içecek şey, ni-met.


römark: (Fr. Remarque) Dikkate alma. (Metinde: Tespit, dikkat çekme anlamında kullanılmış.)

ruhani: Ruhla ilgili.

rüştiye: Ortaokul.

-S-

sadakar Düz dokunmuş açık saman renginde bir tür ipek kumaş.

saffet: Saflık.

sahih: Gerçek, hakiki.

sair. Başka, öteki, diğer.

saliha: (Metinde) Din buyruklarına uygun davranan.

salisen: Üçüncü olarak.

sallapati: Düşünmeden, saygısızca, kaba saba, patavatsızca.

sefaret: Elçilik.

sekerat: Can çekişirken kendinden geçme.

selametlemek: Yolcuyu, konuğu uğurlamak.

serasker kapısı: Seraskerin resmî görev yeri.

serasker: Sadrazamlık göreviyle yükümlü olmayan ve Osmanlı ordusunun komutanlığını yapan vezirin unvanı.

sıraca: Deride ve daha çok boyunda görülen değişiklik, lenf düğümlenmelerinin şişkinliğiyle beliren bir tüberküloz türü.

sirayet: Yayılma.

sitem: Bir kimseye, yaptığı hareketin veya söylediği bir sözün üzüntü, alınganlık, kırgınlık gibi duygular uyandırdığını öfkelenmeden belirtme.

soeun (Fr.) Kız kardeş, rahibe. Metinde "Ma sor" sözcüğü aynı zamanda "rahibe" olan öğretmenlere bir hitap şekli olarak geçiyor.

souvenir d'amour: (Fr.) Aşk hatırası.

souvenir: (Fr.) Hatıra.

spleen: (tng.) Terslik, huysuzluk, kin.

sülüs: Bir çeşit yazı.

süperiyor: (Fr. Superieur) Üst. Manastır, dinsel kurum vs. başkanı.

sürme: Kirpik diplerine sürülen siyah boya.

-ş-

şahadetname: Diploma. şayan: Uygun, yaraşır. şefkat: Acıyarak ve koruyarak sevme.


şekerrenk: İki kişi arasındaki dostluk, arkadaşlık ilişkisinin bozuk olduğunu belirtmek için kullanılır.

şenaat: Kötülük, fenalık.

şer'iye: Şeriat kurallarına uygun.

şeriat: Dinî temellere dayanan Müslümanlık kanunları.

şevk: istek, heves.

şifa: Hastalıktan kurtulma.

şifahi: Sözlü, sözle.

şimendifer: Demiryolu.

şirret: Geçimsiz, huysuz, edepsiz, kavga çıkartmaktan hoşlanan.

-T-

taalluk etmek: İlgili bulunmak, ilgilendirmek.

taarruz: Saldırı.

tabiat: (Metinde) Huy.

tabiatıyle: Doğaldır ki.

tabiî: Doğal.

tabiiye: Tabiat bilgisi.

taciz etmek: Sıkıntı vermek, can sıkmak.

tafsilât: Ayrıntılar.

tahammül etmek: Dayanmak, katlanmak.

tahammül: Kötü, güç durumlara katlanma, karşı koyabilme gücü.

tahassür: Özlem, kavuşmak istenen şey veya kimse için üzülme.

tahayyül: Hayalde canlandırma.

tahkikat: Araştırma.

tahkir: Horlama, alçaltma.

tahrirat: Resmî bir dairede yazılan yazılar.

tahrirî: Yazılı.

tahsisat: Ödenek.

takbil: Öpme.

taksim: (Mat.) Bölme.

talika: Dört tekerlekli, üstü kapalı, bir tür yaylı at arabası.

talkın: (Telkin) Ölü gömüldükten sonra imamın mezar başında söylediği dinî sözler.

tamim: Genelge.

tasavvur etmek: Düşünmek, gözönüne getirmek, hayal etmek.

tashih etmek: Düzeltmek.

tasrif etmek: Dilbilgisinde bir fiilin çekimi.

tavsiye: Öğüt, yol gösterme.

tazmin etmek: Zararı ödemek.

tecdit: Yenileme.

tedris: Öğretim.

tedrisat-ı iptidaiye: ilköğretim.


teessür: Üzüntü.

tefrik: Ayırma, ayırt etmek.

tefriş: Bir yeri gerekli eşya ile döşeme.

tefsir. Yorumlama.

tekaüt: Emeldi.

tekdirat: Azarlama.

tekellüf: Güçlüğe katlanma.

teklifsiz: Resmî veya çekingen davranmama.

tekmil: Bütün, tüm.

telaffuz etme: Söyleme.

tembih: Uyarma.

temenna etmek: Eli başa götürerek selâmlamak.

temin: Sağlama, elde etme.

temrin: Alıştırma.

teneffüs: Temiz hava, dinlenmek için verilen ara.

tenezzül etmek: Kendi durumuna, düzeyine aykırı düşen bir şeyi kabul etmek.

tercüme-i hal: Özgeçmiş, biyografi.

tereddüt: Kararsızlık.

teres: Pezevenk.

tesadüf etmek: Rastlamak.

teskin etmek: Acı, öfke, heyecan gibi duyguları yatıştırmaya, dindirmeye çalışmak.

teşrif etmek: Bir yere gelerek orayı onurlandırmak.

teşvik etmek: İsteklendirmek, özendirmek.

tetkik etmek: incelemek.

tevazu: Alçakgönüllülük.

tevdi etmek: Vermek, bırakmak.

teveccüh: Güleryüz gösterme, yakınlık duyma.

tevekkül: Kadere boyun eğmek, katlanmak.