B.'de Mazlum'u bırakmıştım. Burada da kuşlarımdan ayrılmak lâzım geldi. Onları müdireye emanet ettim, yemlerini, sularını unutmayacağına söz verdirdim.

Müdire dedi ki:

-Feride, mademki onları bu kadar seviyorsun, kendi elinle azat et, daha sevap olur.

Mahzun mahzun gülümsedim:

- Hayır, Müdire Hanım, dedim, ben de sizin gibi zannederdim. Fakat, artık fikrimi değiştirdim. Kuşlar, ne istediğini bilmeyen zavallı, akılsız mahluklar. Kafesten kaçıncaya kadar türlü türlü üzüntüler içinde çırpınıyorlar. Fakat, sanır mısınız ki, dışarıda daha fazla bahtiyar olacaklar? Hayır, buna imkân yok. Ben, öyle sanıyorum ki, bu biçareler her şeye rağmen kafeslerine alışıyorlar, açık havaya kavuştukları zaman bir dal üstünde, başlarını kanatları içine gizleyerek geçirdikleri gecelerde sabaha kadar bu kafesi düşünüyorlar, küçük gözlerini pencerelerin aydınlığına dikerek hasret çekiyorlar. Kuşları zorla kafeslerde alıkoymah Müdire Hanım, zorla, zorla.

ihtiyar kadın.çenemi okşadı:

- Feride, sen anlaşılmaz bir çocuksun. Bu kadar ehemmiyetsiz bir şey için ağlanır mı? dedi.

*

Vapurda, benimle beraber Ç.'den binmiş birkaç yolcu vardı. Bunlardan iki zabit arasında şöyle bir konuşmaya kulak misafiri oldum:

Genç, yaşlısına dedi ki:

- insan Bey dört gün evvel hareket edecekti. Birkaç gün bekle de Beyrut'a kadar beraber gidelim, dedim. Bilmeden zavallıyı felakete sürüklemiş oldum. Öyle ya dört gün evvel gitseydi, bu hal başına gelmeyecekti.

Yaşlısı:

- Hakikaten esef edilecek bir vaka. Bu ihsan, öyle pek titiz bir adam değildi ama, bilmem nasıl oldu? Sen vakanın tafsilatını biliyor musun?

- Ben gözümle gördüm. Dün Belediye gazinosunda idik. Burhanettin bilardo oynuyordu. Bu esnada ihsan kapıdan girdi, binbaşıyı bir köşeye çekerek bir şeyler söylemeye başladı. Evvela sakin, nazik nazik konuşuyorlardı. Bilmem aralarında ne geçti? Birdenbire Ihsan'ın bir adım gerilediğini, Burhan Bey'e müthiş bir tokat indirdiği gördüm. Binbaşı, rovelverine davranmak istedi. Fakat, ihsan daha evvel kendi silahını çekmişti. Birkaç kişi hemen üstlerine atılmasaydı, muhakkak kan dökülecekti. Divanıharp yarın İhsan'ın muhakemesine başlıyor.

- Bizlerden birimiz bu işi yapsaydık, halimiz yamandı. Fakat ihsan zannederim, Paşa'nın bir şeyi oluyor.

- Karısının yeğeni ve sütoğlu.

- Kendi söyleyişlerine göre politika kavgası. Şu ordudan politikayı çıkaramadılar gitti.

- Vallahi bana kalırsa, bu, yine bir kadın meselesi olacak. Burhan'ı bilmez miyiz?

Zabitler, konuşa konuşa yanımdan uzaklaşmışlardı. Biraz evvel ihtiyar bir sandalcının kamarama getirip bıraktığı gül demetinin kimden geldiğini şimdi anlıyordum.

ihsan Bey, hayatta belki bir daha size tesadüf edemeyeceğim, yahut edersem de sizi tanımamış gibi görünmek lâzım gelecek. Fakat benim için divanıharp karşısına çıkmaya hazırlandığınız bir günde yine beni andığınızı unutmayacağım. Kimden olduğunu bile söylememek inceliğini gösterdiğiniz bu güllerin bir küçük yaprağını defterimde, hatıranızı da, en temiz bir şey gibi kalbimde saklayacağım.

Dışarıda, o kimsesiz yolcu, hâlâ çaldığı mahzun havalara devam ediyor. Kamaramın açık penceresinden başımı uzattım. Denizde, suların içinde kaynıyor gibi görünen berrak bir seher başlıyor.

Çalıkuşu, haydi yat artık, gece ve yorgunluk zavallı gözlerini ağrıtıyor. Seherden sana ne? Seher, ta uzaklarda uykuya ve daha başka şeylere kanmış "sarı çiçek"lerin mesut gözlerini açacakları vakittir.


DÖRDÜNCÜ KISIM

îzmır, 20 Eylül

• •

UÇ aya yakın bir zamandan beri izmir'deyim, işlerim iyi gitmiyor. Son bir ümidim kaldı. Yarın, onu da kaybedersem, bilmem ne olacağım7 Düşünmeye bile cesaret edemiyorum. Ç.'deki müdirenin beni tavsiye ettiği adam, ben gelmeden bir ay evvel hastalanmış, altı ay tebdilihavayla istanbul'a gitmiş. Çaresiz kendi kendime Maarif Müdürlüğü'ne gittim. Karşıma kim çıksa beğenirsiniz? B.'deki o uyur gibi oturan, sayıklar gibi söyleyen battal zat değil mi? Kudretin, bakmaktan ziyade uyumak için yarattığı o güzelim mahmur gözler, beni bittabi tanımadı: "Birkaç gün sonra uğrayın da bakalım, bir şey buluruz" dedi. "Birkaç gün" onun lisanında bir iki ay demekti. Nitekim öyle oldu.

Bugün tekrar uğramıştım. Lütfen bir parça iltifat gösterdi. O halim masum sesiyle,

- Kızım, buraya iki saatlik bir mesafede bir nahiye mektebi var. Abuhavası latif; manzarası ferahfeza, diye başladı.

Bu nutuk, beni Zeyniler'e gönderdiği vakit verdiği nutkun aynı idi. Birdenbire deliliğim tuttu, gülerek sözünü ağzından aldım:

- Yorulmayınız beyefendi, sizin yerine ben söyleyeyim, dedim, idare birçok himmet ve masrafı ihtiyar ederek yeni bir mektep vücuda getirdi. Yalnız, benim gibi genç bir muallimin himmet ve fedakârlığına muhtaç değil mi? Mersi, beyefendi. Bu lütfunuzu bir kere B.'de Zeyniler'e giderken görmüştüm.

Tabii ben, bunları söylerken kovulmayı göze almıştım. Fakat tuhaf değil mi? O, hiç kızmadı. Bilakis, kahkahalarla güldü, gayet filozof bir tavırla:

- Ne yaparsın kızım? idarenin icapları. Sen gitme, o gitmesin... Maarif müdürlerinin odalarında misafir eksik olmuyor. Köşedeki koltuktan çatlak bir ses geldi:

- Ay, bu ne çıtıdık çıtıdık fmdıkkurdu böyle!

Fmdıkkurdu mu? Benim İpekböceği ve Gülbeşeker'den zaten canım yanmış, burada da fmdıkkurdu ha!

Şiddetle döndüm. Bana türlü isimler -hem de inatlarına böyle tatlı ve böcek isimlen- veren saygısızlardan birini nihayet yakalamıştım.

Ona güzel bir ders verecek, bütün ötekilerinin acısını bu beyden çıkaracaktım.

Müdür, hürmetle cevap verdi:

- Emredersiniz Reşit Beyefendi, fakat bugün cidden münhalim yok. Yalnız Rüştiye'nin Fransızca muallimliği var. Tabii hanımın işine gelmez.

- Niçin gelmesin efendim? dedim. Zaten cariyeniz B.'de Darülmualimat Fransızca muallımesiydi. Müdür, tereddüt ediyordu:

- Evet, fakat müsabaka ilan ettik. Yarın imtihan var.

- Pekâlâ küçükhanımda imtihana girıverir, ne çıkar? Ben de zaten imtihanda bulunacağım. Allah kerim. Ben gelmeden sakın imtihan başlamasın ha...

Bu Reşit Bey, herhalde mühim bir adam olacak. Fakat, ne o tasavvura sığmaz çirkinlikti Yarabim!

Yüzüne bakarken kahkahalarla gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum.

insan, ya esmer olur, ya beyaz değil mi? Bu beyefendinin yüzünde yeni kapanmış yaraların nazik beyazından kömür karasına kadar bin çeşit renk vardı. Öyle kirli bir esmerlik ki, yakalığını nasıl kirletmediğine hayret edilirdi. Sanki birisi, eğlen-mek için elini kömür tozuna sokmuş da bu yüzü şöyle karmakarışık karalayıvermiş.

Yara gibi kırmızı, kirpiksiz gözkapakları içinde birbirine gayet yakın iki şebek gözü. Beyaz bıyıklarının üstünde ta dudaklarının ucuna sarkan bir acayip burun. Hele öyle avurtları var ki, görülecek şey. Hani, maymunların ağzında fıstık falan sakladıkları keseler vardır, tıpkı onlar gibi, yüzünün iki tarafından sarkıyor.

Mamafih, ben de ileri gidiyordum. Bana birkaç sözle ettiği iyilik, doğrusu az şey değil. Herhalde kudret, bu beyefendinin yüzünü yarattıktan sonra fazla ileri gittiğini görmüş, haksızlığını güzelce bir kalbe tazmin etmiş olacak.

Bence, gönül güzelliği göz, yüz güzelliğinden daha iyi bir şey.

Kalpsiz bir güzelliğin, fakir teyze kızlarının hayatını kırmaktan, gönlünü söndürmekten başka neye faydası var ki?..

İzmir, 22 Eylül

Bugün, müsabakaya girdim. Tahriri imtihan fena gitti; istikrar, istismar istifa gibi sekiz, on fiilin muzarilerini, emriha-zırlarını, tahriren tasrif ediniz, dediler. Kelimelerin Türçelerini bilmiyorum ki, Fransızcasını yazayım. Fakat şifahi imtihan iyi oldu, Reşit Beyefendi benimle Fransızca konuştu. Behemehal kazanacağımı ümit ettirecek bazı sözler söyledi.

Allah, Munise'ye acısın.

izmir, 25 Eylül

Netice anlaşıldı, imtihanı kazanamadım. Kâtiplerden biri dedi ki:

- Eğer Reşit Beyefendi istemiş olsaydı, behemahal kazanırdınız. Onun reyi hilafına iş görmek kimin haddine düşmüş! Herhalde bir fikri var.

Vaziyetim çok fena. iki güne kadar aybaşı oluyor. Kira vermek lâzım. Anneciğimden kalan son bir madalyon imdadıma yetişti. Bugün onu karşı komşulardan birine verdim. Kocasına sattırarak parasını getirecek. Bu yadigârı elden çıkarmak istemiyordum; çünkü içinde annemle babamın evlendikleri sene çektirdikleri fotoğraf vardı. Biçare fotoğraf, şimdi çıplak kaldı. Fakat bunun için de bir teselli buldum. Kendi kendime: "Annemle babam, kimsesiz kızlarının kalbi üstünde durmayı, elbette bir altın parçası içinde yatmaya tercih ederler" diyorum.

izmir, 27 Eylül

Bugün Reşit Beyefendi'den bir tezreke aldım. Bana bir iş bulmuş. Görüşmek için Karşıyaka'daki köşküne çağırıyor. Maarifteki kâtip, bu beyin bana düşmanlık ettiğini söylemişti. Bu sözün doğru olmadığı anlaşılıyor. Bakalım, yarın anlayacağım.

izmir, 28 Eylül

Reşit Bey'in, Karşıyaka'daki köşkünden dönüyorum. Saray gibi bir yer. Bu beye, niçin bu kadar ehemmiyet verdiklerini şimdi anlıyorum.

Reşit Bey, beni nezaketle kabul etti. Fransızcamı beğendiğini, fakat arkadaşlarının bana haksızlık etmelerine mani olamadığını söyledi. Mektubunda bahsettiği iş, kızlarının Fransızca muallimliğiymiş. Bana dedi ki:

- Hanım kızım, iktidarınız gibi hal ve tavrınız da hoşuma gitti. Maarif mekteplerinde sürünüp ne yapacaksınız? Kızları-ma Fransızca dersi verirsiniz. Beraber oturur kalkarsınız. Size güzel bir oda veririz, olmaz mı?

Bu, adeta mürebbiyelikti. Herhalde benim muallimliğimden daha rahat ve kârlı iş olacaktı. Ne çare ki, ben, bu mesleği öteden beri sevmem, hizmetçilik kabilinden bir şey addederdim.

Reşit Bey'i kırmak doğru değildi. Gösterdiği emniyet ve nezaket için teşekkür ettim. Fakat Munise'yi bahane ederek kabul edemeyeceğimi anlattım. Reşit Bey, bunu sebep saymıyordu: